Giriş: Evlilik Birliği ve Bireysel Özgürlük
Evlilik, iki insanın ortak yaşam kurması anlamına gelse de tarafların kişilik haklarını ortadan kaldırmaz. Türk Medeni Kanunu’na göre eşler birbirine saygı göstermek, birlikte yaşamı sürdürmek ve sadakat yükümlülüğünü yerine getirmek zorundadır. Ancak bu yükümlülükler, eşlerin kişisel tercihlerini kısıtlama hakkı vermez.
Günümüzde boşanma davalarının önemli bir kısmı, eşin diğerinin giyim tarzına karışması, arkadaş çevresini kısıtlaması, ailesiyle görüşmesini engellemesi ya da seyahat özgürlüğünü sınırlandırması nedeniyle açılmaktadır. Bu tür davranışlar mahkemeler tarafından psikolojik şiddet olarak da değerlendirilmektedir.
Giyim Tercihlerine Müdahale
Aile ile Görüşmeyi Engellemek
Arkadaş Çevresi ve Sosyal Hayata Müdahale
Seyahat ve Tatil Özgürlüğü
Evlilikte eşler arasında karşılıklı saygı, bireysel özgürlük ve kişilik haklarına duyulan hassasiyet, sağlıklı bir birlikteliğin temel taşlarını oluşturur. Ancak zamanla bu sınırlar ihlal edildiğinde, evlilikte çatışmalar ve psikolojik baskılar kaçınılmaz hâle gelir. Eşin giyim tarzına sürekli müdahale etmek, kıyafetlerini eleştirmek ya da sınırlamak hem kişinin özgüvenini zedeler hem de onun özel yaşamına ciddi bir saldırı anlamına gelir. Nitekim Yargıtay kararları da bu tür davranışları açıkça kusur olarak değerlendirmekte ve boşanma davalarında dikkate almaktadır. Benzer şekilde, eşin kendi ailesiyle görüşmesini engellemek ya da ailesine yönelik olumsuz tavırlar sergilemek, bireyin sosyal bağlarını koparmaya yönelik bir kontrol biçimidir ve Medeni Kanun’a göre evlilik birliğini sarsacak nitelikte bir eylemdir.
Arkadaş çevresi üzerinde denetim kurmaya çalışmak, dışarı çıkmasını yasaklamak ya da sürekli hesap sormak gibi tutumlar ise bireyin sosyal hayatını kısıtlarken, zamanla yalnızlık hissine ve evlilik içinde duygusal uzaklığa neden olur. Bu tür kontrolcü davranışlar, psikolojik şiddet kapsamında değerlendirilmekte ve mahkemelerce baskıcı, kusurlu tutumlar olarak kabul edilmektedir. Son olarak, eşin tatil ya da bireysel seyahat planlarına karşı çıkmak, yalnız tatile gitmesine engel olmak ya da sürekli izin alma zorunluluğu yaratmak da kişinin seyahat özgürlüğünü kısıtlar ve evlilikteki eşitlik ilkesine doğrudan aykırıdır. Yasal açıdan bakıldığında, hiçbir eş diğerinin kişisel tercihlerini bu şekilde denetleyemez; ortak yaşamın gerektirdiği uyum, birey haklarını ihlal etmeden sağlanmalıdır.
Bu bağlamda, Türk Medeni Kanunu ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatları, eşin bireysel alanına yapılan müdahaleleri kişilik haklarına aykırı ve boşanma nedeni olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla, giyim özgürlüğü, aileyle görüşme hakkı, sosyal ilişkilerde serbestlik ve seyahat özgürlüğü gibi unsurlar; modern evlilik anlayışının ve hukukun koruma altına aldığı temel değerler arasında yer almaktadır. Bu tür müdahaleler sadece evlilik ilişkisini zedelemekle kalmaz, aynı zamanda bireyin ruhsal sağlığını da olumsuz etkiler. Günümüzde sağlıklı bir evlilik için yalnızca sevgi yeterli değildir; karşılıklı özgürlük alanlarına saygı duymak, bireysel tercihlere müdahale etmemek ve eşitlik ilkesini içselleştirmek esastır.
Kişisel Kararlar Nerede Biter?
Evlilik birliği, ortak yaşam gerektirir. Ancak:
Bu ayrım önemlidir: Ortak yaşamı ilgilendiren kararlar birlikte alınır, kişisel alanla ilgili kararlar bireysel özgürlüğe tabidir.
Evlilik birliği hem duygusal hem de hukuki açıdan ortak sorumluluklar içerirken, aynı zamanda bireylerin kişisel alanlarını da koruma altına almalıdır. Eşler arasında saygı, güven ve karşılıklı anlayış esas olsa da, bu durum bireysel özgürlüklerin ortadan kalktığı anlamına gelmez. Özellikle eşin giyimine müdahale etmek, ailesiyle ilişkilerini sınırlandırmak, sosyal çevresini denetlemek ya da tatil ve seyahat özgürlüğünü kısıtlamak, bireyin kişilik haklarını ihlal eden davranışlar arasında yer alır. Bu tür eylemler, psikolojik şiddetin en sık rastlanan biçimlerinden biridir ve Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesi çerçevesinde “evlilik birliğinin temelden sarsılması” gerekçesiyle boşanma davasına konu olabilir. Yargıtay kararlarında da açıkça görüldüğü üzere, eşini izole eden, sürekli baskı uygulayan ya da bireysel kararlarına müdahale eden eş kusurlu sayılmakta ve bu durum boşanma sürecine yasal zemin hazırlamaktadır.
Özellikle psikolojik baskının, zamanla kişinin ruhsal sağlığını zedelediği, özgüvenini yok ettiği ve evlilik içinde ciddi bir yabancılaşmaya yol açtığı bilinmektedir. Bu noktada önemli bir ayrım vardır: Evlilikle ilgili ortak kararlar –örneğin çocuk eğitimi, ortak konutun kullanımı, aile bütçesi gibi konular– eşler arasında birlikte alınmalıdır. Ancak kiminle görüşüleceği, nasıl giyinileceği ya da bireysel zamanın nasıl geçirileceği gibi özel alanlara dair kararlar tamamen kişisel özgürlük kapsamında değerlendirilmelidir. Sağlıklı bir evlilikte, bireysel sınırların tanınması ve eşitlik ilkesinin gözetilmesi esastır. Kontrolcü ve kısıtlayıcı tutumlar sadece evliliği yıpratmakla kalmaz, aynı zamanda hukuki yaptırımlara da yol açabilir.
Modern hukuk sistemi, sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel şiddeti de tanımakta; bireyin kişilik haklarını ihlal eden her türlü davranışı ciddi bir boşanma gerekçesi olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda, giyim tercihleri, sosyal çevre, aile ilişkileri ve seyahat özgürlüğü gibi konular bireysel haklar kapsamında kalmalı; ortak yaşamın gerektirdiği iş birliği ise özgür irade ile şekillenmelidir. Unutulmamalıdır ki, mutlu ve sürdürülebilir bir evlilik, özgürlük ve ortak sorumluluk dengesini kurabilen çiftler arasında mümkündür.
Psikolojik Şiddet ve Boşanma Sebebi
Psikolojik şiddet, evlilik birliğini derinden sarsan ve çoğu zaman fiziksel şiddet kadar yıkıcı sonuçlar doğuran bir davranış biçimidir. Sürekli baskı kurmak, aşağılamak, kısıtlamalarla bireyi kontrol altına almaya çalışmak gibi eylemler, psikolojik şiddetin temel göstergeleri arasında yer alır. Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesi gereğince, bu tür davranışlar “evlilik birliğinin temelden sarsılması” kapsamında değerlendirilerek boşanma sebebi olarak kabul edilmektedir. Eşin arkadaş çevresini sınırlandırması, ailesiyle görüşmesini engellemesi, kıyafetlerine karışması ya da bireysel seyahatlerine müdahale etmesi gibi eylemler hem kişilik haklarını ihlal eder hem de evlilik içinde duygusal baskı oluşturur. Yargıtay kararları da açıkça bu tür müdahaleleri kusurlu davranış olarak tanımlamakta ve psikolojik şiddete maruz kalan eşin boşanma talebini haklı bulmaktadır.
Psikolojik şiddet uygulayan eş, genellikle manipülatif ve kontrolcü tavırlarla karşısındaki bireyin benlik değerini düşürmeyi hedefler. Bu da zamanla özgüven kaybı, yalnızlık, depresyon ve evlilik içinde tükenmişlik sendromuna yol açar. Ayrıca, eşin sürekli denetim uygulaması, her adımın sorgulanması veya bireyin yaşam tarzına müdahale edilmesi, sadece duygusal yıpranmaya değil, aynı zamanda hukuki süreçlerin de başlamasına neden olur. Nitekim, psikolojik baskılar artık toplumda daha fazla fark edilmekte ve mahkemeler tarafından boşanma gerekçesi olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, modern evlilik anlayışı, yalnızca fiziksel değil, duygusal ve zihinsel şiddeti de ciddiye almakta; bireylerin eşitlik, özgürlük ve saygı temelinde bir evlilik sürdürebilmesini ön koşul olarak görmektedir.
Avukatların Stratejileri
Sonuç: Özgürlük ve Saygı Dengesi
Evlilik, iki kişinin hayatlarını birleştirmesi anlamına gelse de kişisel özgürlüklerin korunması zorunludur. Eşin kıyafetine, ailesiyle görüşmesine, arkadaş çevresine veya tatil planlarına müdahale etmesi hem kişilik haklarına aykırıdır hem de evlilik birliğini temelden sarsar.
Bu nedenle boşanma davalarında, özgürlük alanlarına yapılan müdahaleler ciddi bir kusur sebebi olarak değerlendirilmektedir. Tarafların hem bireysel özgürlüklerine hem de evlilik birliğine saygı göstermeleri, sağlıklı bir evliliğin temel şartıdır.
Yorum Yaz