Boşanma Davasında Tanıklık

.
Evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davasını ispat, boşanma kararının verilebilmesi için gereklidir. Evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmasının sabit olmasının aile mahkemesince kabul edilebilir olması haline aile mahkemesi hakimi boşanma yönünde hüküm kuracaktır. Aksi halde aile mahkemesi hakimi davayı kabul etmeyecektir.  Bu nedenlendir ki dilekçeler aşamasında ileri sürülen olaylar tahkikat aşamasında kanıtlanmalıdır. Tanık beyanı boşanma davalarının temel ispat kaynağıdır. 


Tanık delilinin önemi karşısında aile mahkemesince kabul edilebilir tanık beyanının ne olacağı hususu gündeme gelmektedir. Tanık delilinin varlığından ziyade aile mahkemesince kabul edilebilir niteliğinin olması gerekmektedir. Yargıtay'ın bu konuda vermiş olduğu bir kararı irdeleyerek boşanma davalarında kabul edilebilir nitelikte ki tanık beyanının ne olacağını irdeleyecek olursak;


Özeti: Somut olayda; dinlenen davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı evlilik birliğinin temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise, sebep ve saiki açıklanmayan, davacı kadından aktarılan izahlardan ibarettir.Boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Taraflardan aktarılan olaylar hükme esas alınamaz. Toplanan delillerden davalının boşanmaya sebep olacak nitelikte kusurlu bir davranışı ispat olunamamıştır. Bu itibarla boşanma davasının reddi gerekir.


Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 17/09/2018 günü temyiz eden davalı vekili geldi. Karşı taraf davacı ve vekilleri gelmedi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:


1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı erkeğin ortak çocuklar yararına hükmolunan tedbir nafakalarına (TMK m.169) ilişkin temyiz itirazları yersizdir.

2-Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Taraflardan aktarılan olaylar hükme esas alınamaz. Dinlenen davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise, sebep ve saiki açıklanmayan, davacı kadından aktarılan izahlardan ibarettir. Toplanan delillerden davalının boşanmaya sebep olacak nitelikte kusurlu bir davranışı ispat olunamamıştır. Bu itibarla boşanma davasının reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

3-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları nazara alındığında davacı kadın yararına tedbir nafakası (TMK m.169) koşulları oluşmadığı halde, yazılı şekilde hüküm kurulması da doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.


Görüleceği üzere Yargıtay  boşanma davasında tanığının beyanının kabul edilebilir olması için duyuma dayalı olmamasını temel şart olarak kabul etmiştir. Yani tanığın anlatımları gördüklerine dair olmalı, taraflardan duyduklarını anlatmamalıdır. 


Başka bir Yargıtay kararıyla kabul edilebilir tanık delilini irdeleyecek olursak;


Özet: tanıkların, tarafların ileri sürmediği, uyuşmazlık konusu olmayan bir vakıayı doğrulaması da hâkimi bağlamayacaktır." şeklinde somut olaya ışık tutacak şekilde hüküm tesis etmiştir.

Taraflar arasındaki "boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 1. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin kararı ile:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, mahkemece de sabit kabul edildiği üzere; davalı kocanın ailesinin evliliğe müdahalesine sessiz kaldığı ve eşine fiziksel şiddet uyguladığı; mahkemenin belirlediğinden ayrık olarak davacı kadının eşine fiziksel şiddetinin kanıtlanamadığı, ancak davacı kadının eşine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında; boşanmaya sebep olan olaylarda her iki taraf da kusurlu olmakla birlikte, eşine göre davalı kocanın daha fazla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Durum böyleyken; mahkemece tarafların eşit kusurlu olarak belirlenmesi doğru olmadığı gibi; bu hatalı kusur belirlemesi gerekçe gösterilmek suretiyle davacının, maddi (TMK md. 174/1) ve manevi (TMK md. 174/2) tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi de doğru olmamış; bozmayı gerektirmiştir, gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme nedeniyle Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı olarak açılan boşanma (TMK m. 166/1) istemine ilişkindir. Davacı kadın vekili, tarafların ayrı bir evleri olmasına rağmen davalının ailesi ile birlikte yaşadıklarını, davalı kocanın eşine karşı hakaret ve tehditlerde bulunduğunu, fiziksel şiddet uyguladığını, ailesinin hakaretlerine de sessiz kaldığını, bu olaylar nedeni ile üzülen davacının düşük yaptığını, ortak hayatın müvekkili açısından çekilmez bir hale geldiğini, davalı eşin kusurlu hareketlerinin aynı zamanda davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu ileri sürerek, tarafların boşanmalarına, herhangi bir işi ve geliri bulunmayan müvekkili için 500,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına ve ayrıca 50.000,00 TL maddi tazminat ile 50.000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı erkek vekili, iddiaların doğru olmadığını, tarafların bağımsız bir evlerinin olduğunu, davacı ve ailesinin hakaretlerine maruz kalanın müvekkili olduğunu, taraflar arasında boşanmayı gerektirecek bir durumun bulunmadığını belirterek, haksız davanın reddine karar verilmesini istemiştir.


Mahkemece, davalı erkeğin evliliğinin üçüncü gününde babasının eşine yönelik hareketine sessiz ve tepkisiz kaldığı, karısının boğazını sıktığı, kadının ise boğazını sıkan eşini tırmaladığı, sonunda baba evine gezmeye diye giden davacının bir daha müşterek konuta dönmediği, yaşanan bu durum karşısında evlilik birliğinin devamına imkan kalmadığı, yaşanan olaylarda eşlerin kusurlarının birbirlerine eşit seviyede olduğu gerekçesiyle boşanma isteminin kabulüne, davacı kadın yararına tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmedilmiş, davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin ise reddine karar verilmiştir.


Karar, taraf vekillerince temyiz edilmiş, Özel Dairece davalı erkek vekilinin temyiz itirazları reddedilmiş, davacı kadın vekilinin temyizi bakımından ise yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle karar bozulmuştur.


Yerel Mahkemece, gerek davalı tanık beyanları gerekse davacı kadın tanığı Gülşah Salih beyanına göre kocanın davacı kadına yumrukla vurduğu, kadının da onu itekleyip yüzünü tırmaladığı, olayların olağan akışına göre kadının sessiz ve tepkisiz kaldığının da kabul edilemeyeceği, tartışmanın çıkmasına sebebiyet veren olaylar da nazara alındığında eşlerin birbirlerine şiddet uyguladığının kabulü gerektiği ve eşit kusurlu oldukları gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.

Direnme kararı davacı kadın vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: boşanmaya neden olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanmanın kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Ne var ki, boşanmanın eşler bakımından kişisel ve mali olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri de boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir.

Öte yandan, boşanmanın dayandığı temel ilkelerden biri "kusur" ilkesidir. Kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1.) boşanmaya karar verebilmek için eşlerden birinin mutlaka kusurlu olması gerekir. Boşanma davasını açmak hakkı kusursuz ya da az, eşit veya fazla kusurlu eşindir. Boşanma davasını tam kusurlu eş açamaz.


Kusur ilkesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 174. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi tazminat talepleri bakımından da önemli bir role sahiptir.
Nitekim, 4721 sayılı TMK'nın 174. maddesi;
"Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.

Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." düzenlemesini içermektedir.

Maddenin anlatımından da anlaşılacağı üzere, maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zarar ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş, kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir.

Maddi tazminat yanında manevi tazminat istenebilmesi için de kusura ilişkin bir kısım koşulların varlığı gerekmektedir. Şöyle ki; kusurlu taraftan uygun bir manevi tazminat istenebilmesi için boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusursuz ya da daha az kusurlu olması gerektiği açıktır.

Somut olayda eşlerin eşit kusurlu olup olmadığının belirlenebilmesi için dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile getirilen yeni düzenlemelerin de incelenmesinde yarar vardır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK m. 187/1).

Vakıa ise, kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylardır (03.03.2017 gün ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK).

Sadece taraflarca ileri sürülen ve dayanılan vakıalar, ispatın konusunu oluşturur. Taraflarca getirilen vakıaların hukuki nitelendirmesini yapmak hâkime ait ise de, kural olarak taraflarca ileri sürülmeyen vakıaları hâkim araştıramaz ve bunların ispatını da isteyemez. Usul hukukumuza hakim olan ve HMK'nın 25. maddesinde düzenlenen "taraflarca getirilme ilkesi" uyarınca, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.


Nitekim bu ilkeye uygun olarak 6100 sayılı HMK'nın "dava dilekçesinin içeriği" başlıklı 119. maddesinin 1/e bendinde, "Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri" nin gösterilmesi gerektiği düzenlendiği gibi "cevap dilekçesinin içeriği" başlıklı 129. maddisinin 1/d bendinde de, "Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri"nin bulunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Görüleceği üzere, davacı dava dilekçesinde talep sonucunu haklı göstermeye yarayan yani davanın temelini oluşturan maddi vakıaları yazmak zorundadır. Aynı ilke uyarınca davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağını oluşturan vakıaları bizzat sunmak zorundadır. Böylece davacı iddiasını, davalı da savunmasını somutlaştırmış olacaktır.

Uygulamada genel geçer ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçmek amacıyla HMK'da yeni bir düzenleme yapılmış ve 194. maddenin birinci fıkrasında "Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar." hükmüne yer verilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise somutlaştırma yükünün delillerle ilişkisi ortaya konulmuş ve tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmek zorunda oldukları düzenlenmiştir (HMK m. 119/2).


Diğer taraftan, 6100 sayılı HMK'da iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının başlangıcı, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin verilmesine bağlanmıştır. Bu bakımdan cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri, önceki düzenlemeye göre daha önemli hâle gelmiştir. Bu dilekçeler ile taraflar birbirlerinin iddialarını ele alıp çürütmeye veya iddia ve savunmaların haklı bir temele dayanmadığını açıklamaya çalışırlar. Açıktır ki, davacı cevaba cevap dilekçesi ile iddiasını, davalı da ikinci cevap dilekçesi ile savunmasını dilediği gibi değiştirebilir ve genişletebilir. Ancak yazılı yargılama usulünün ilk aşamasını teşkil eden dilekçeler teatisi safhasının tamamlanması ile taraflar iddia ve savunma sebeplerini diğer bir deyişle davanın temelinin oluşturan maddi vakıaları sınırlamış ve teksif etmiş olur (Postacıoğlu İ. E/ Altay S.: Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul 2015, s.474).


İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının kapsamına iddia ve savunma sebebini oluşturan maddi vakıalar da girdiğinden, bu yasağın yargılamanın hangi aşamasında başladığına ilişkin soruya cevap veren HMK'nın 141. maddesinde yer alan düzenlemeye de değinmek gerekmektedir. Hükme göre, "Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise diğer tarafın açık muvafakati ve ıslah dışında iddia ve savunma genişletilemez yahut değiştirilemez (HMK m. 141/1).


Görüldüğü üzere cevaba cevap dilekçesinin verilmesinden sonraki evrede dava ve cevap dilekçelerinde bildirilen maddi vakıaların hem genişletilmesi hem de değiştirilmesi ilke olarak yasaktır. Bu yasağın kapsamına, dava sebebi olarak vakıalar ve talep sonucu dâhildir. Ancak talepten başka bir şeye hüküm verilen hâller ve kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda davayı genişletme veya değiştirme yasağı uygulanmaz (Pekcanıtez H.: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. Bası, İstanbul 2017, s.1250; Tanrıver S.:Medeni Usul Hukuku, C.I, Ankara 2016, s.681,682). Bu yasağın istisnaları yine HMK'nın 141. maddesinin son fıkrasında açıklanmış ve karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah suretiyle iddia ve savunmanın genişletilip, değiştirilebileceği kabul edilmiştir.


Dilekçeler teatisinin tamamlanmasından sonra yargılamanın ikinci kesiti olan ön inceleme aşamasına geçilecek, ön inceleme safhasında da öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar incelenecek, uyuşmazlık konuları tam olarak belirlenecek, tarafların delillerinin sunulması ve delillerin toplanması için gereken işlemler yapılacak ve taraflar, üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda sulhe teşvik edilerek, bu hususlar tutanağa geçirilecektir (HMK m.137/1; 140/1). Madde metninde de yer alan "uyuşmazlık konularının tam olarak tespiti" ifadesi, yargılama bakımından büyük bir öneme sahiptir. Çünkü taraflar, yukarıda belirtildiği şekilde gerek 119. maddenin birinci fıkrasının e ve f bentleri ile 129. maddenin birinci fıkrasının d ve e bentleri gerekse de 194. madde kapsamında somutlaştırma yüküne uygun olarak iddia ve savunmalarını ileri sürmemişse, hâkimin aydınlatma ödevi çerçevesinde tarafların iddia ve savunmalarını somutlaştırması, delilerle vakıalar arasındaki bağın kurulması, bu noktada soru sorup açık olmayan noktaları aydınlatması gerekir. Bunun ardından hâkim, uyuşmazlık konularını net ve açık şekilde, tam olarak tespit etmelidir. (Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.1288)


Sözü edilen Kanunun 140. maddesinin üçüncü fıkrasında ise "Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür" (HMK m. 140/3) denilmektedir. Maddeden anlaşıldığı üzere, ön inceleme aşamasında tutulan tutanak özel bir öneme sahiptir. Zira, uyuşmazlık konuları çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesi olarak kabul edilecek; uyuşmazlık devam edecekse tutanakta yer almayan hususlar tahkikatın konusunu oluşturmayacak, diğer bir ifadeyle hükme esas alınmayacaktır. Tahkikat aşamasında ise tarafların ileri sürdükleri vakıaların doğru olup olmadığı araştırılıp tespit edilerek uyuşmazlık konularının gerçekliği çerçevesinde hüküm oluşturulacaktır (Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.1232,1233).


Yukarıda yapılan açıklamalardan sonra somut olay incelendiğinde: davalı erkeğin cevap dilekçesinde "eşinin fiziksel şiddetine maruz kaldığı" savunmasına dayanmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ön inceleme aşaması tamamlanana kadar usulüne uygun bir şekilde ileri sürülmeyen ve davalı tarafça dayanılmayan bu vakıanın, mahkemece kendiliğinden hükme esas alınmasına ve davacı kadına kusur olarak yüklenmesine imkân bulunmamaktadır. Bu nedenledir ki, tanıkların, tarafların ileri sürmediği, uyuşmazlık konusu olmayan bir vakıayı doğrulaması da hâkimi bağlamayacaktır. Ancak, tarafların iddia ve savunmaları kapsamında gösterdiği delillerden davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uyguladığı, ailesinin müdahalesine sessiz kaldığı, buna karşılık davacı kadının da eşine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda tarafların her ikisi de kusurlu olmakla birlikte davalı erkeğin kusuru daha ağırdır. Belirlenen bu kusur durumuna göre de davacı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi doğru değildir.
O hâlde direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenle bozulmalıdır.


Görüleceği üzere Yargıtay tanık delilin geçerliliği için tanık anlatımlarının dilekçeler aşamasında var olmayan olaylara yönelik olmasını başka bir kıstas yapmıştır. Yani aile mahkemesi hakimi dilekçelerde yer almayan hususları tanık anlatımıyla kabul etmiş olsa da hükme esas almayacaktır.


Boşanma davasında gizli tanık olur mu?


Müvekkil ve danışanlarımızdan sıklıkla gizli tanık konusunda sorular gelmektedir. Zira olaylara tanık olan ama mahkemede adı geçmesini istemeyen birçok kişi bulunmaktadır. Gizli tanık ceza kanunu kapsamında yer olan bir durumdur. Buna göre muhakemesinde dinlenen tanığın kim olduğunun sanık tarafından öğrenilmesi, tanık veya yakınları açısından “ağır ve ciddi bir tehlike” teşkil ediyorsa; tanık, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında “gizli tanık” olarak dinlenebilir.  Ancak bu usulün boşanma davalarında yeri yoktur. Boşanma davasında gizli tanık yoktur. Tanıklar beyanlarını hakim karşısında açık kimlikleri bilinecek şekilde vermek zorundadır.



Yorumlar (0)

Henüz yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yazın.

Yorum Yaz