Giriş
Boşanma davaları, aile hukukunun en hassas alanlarından biridir. Evliliğin sona erdirilmesi, yalnızca tarafların kişisel hayatlarını değil, aynı zamanda ekonomik durumlarını, çocukların geleceğini ve toplumsal düzeni de etkileyen sonuçlar doğurur. Türk Medeni Kanunu’na göre boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması gerekir. Ancak bu sarsıntının kimin kusurlu davranışlarından kaynaklandığı, davanın sonucunu belirleyen en kritik unsurdur.
Kusur tespiti, boşanma davalarının adeta kalbinde yer alır. Çünkü kusurun ağırlığı; tazminat, nafaka, velayet ve hatta mal paylaşımı gibi birçok konuda belirleyici rol oynar. Bu nedenle kusur kavramının nasıl belirlendiği, hangi delillerin kabul edildiği ve hayatın olağan akışı ilkesi çerçevesinde nasıl değerlendirildiği büyük önem taşır.
Kusur Tespitinin Önemi
Türk Medeni Kanunu m. 166’da düzenlenen genel boşanma sebebi, evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmasıdır. Ancak bu hükmün uygulanabilmesi için davacının karşı tarafın kusurlu davranışlarını ispatlaması gerekir.
Kusur; tarafların evlilikten doğan yükümlülüklerini ihlal etmeleri anlamına gelir. Yargıtay içtihatlarında kusur “kusursuz eş, az kusurlu eş, eşit kusurlu eş, ağır kusurlu eş ve tam kusurlu eş” şeklinde kategorize edilir.
- Tam kusur, diğer eşin kişilik haklarına ciddi saldırılar, şiddet, sadakatsizlik gibi davranışları kapsar.
- Eşit kusur, tarafların evliliği birlikte yıpratacak ölçüde ihlallerde bulunmaları halinde gündeme gelir.
- Az kusur, evlilik birliğini sarsmakla birlikte karşı tarafa göre daha hafif kusurları ifade eder.
Bu sınıflandırma özellikle tazminat (TMK m.174) ve nafaka talepleri açısından belirleyicidir. Zira yalnızca kusursuz veya daha az kusurlu eş lehine tazminata hükmedilebilir.
Boşanma Davalarında İspat Sorunları
Boşanma davaları çoğunlukla “mahremiyet” alanına giren olaylardan doğar. Bu nedenle, şiddet, ilgisizlik, sadakatsizlik gibi olguların doğrudan yazılı belgeyle ispatlanması zordur.
Delil Serbestisi
Hukukumuzda delil serbestisi esastır. Taraflar, iddialarını tanık beyanları, mesajlaşmalar, fotoğraf ve video kayıtları, sosyal medya içerikleri, sağlık raporları gibi her türlü delille ispat edebilir. Ancak Yargıtay, delillerin “hayatın olağan akışına uygunluğunu” daima göz önünde bulundurur.
Tanık Beyanlarının Rolü
Şiddet olaylarının çoğu ev içinde yaşandığından, bunları gören ya da duyan genellikle tarafların yakın akrabalarıdır. Bu nedenle anne, baba, kardeş gibi yakınların tanıklıkları boşanma davalarında önemli delil kabul edilir. Yargıtay, evlilik mahremiyeti nedeniyle en fazla bilgiye yakın çevrenin sahip olabileceğini vurgular ve akraba tanıklığını tek başına değerden düşürmez.
“Hayatın Olağan Akışı” Kriteri
Yargıtay’ın kararlarında sıkça kullandığı bir ölçüt de “hayatın olağan akışıdır. Bu ilke, olayların toplumun genel tecrübelerine, sosyal gerçekliklere ve insani davranış biçimlerine uygun olup olmadığını sorgular.
Örneğin;
- Eşin uzun süreli ve sistematik şiddeti karşısında kadının suskun kalması ilk bakışta olağan dışı gibi görünebilir.
- Ancak Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı, aile baskısı, çocukların varlığı ve kadınların çoğu zaman ekonomik bağımsızlıktan yoksun oluşu, bu suskunluğu olağan kılabilir.
Bu nedenle Yargıtay, “şiddete rağmen dava açılmamasını” şiddetin yokluğu yönünde değil, toplumsal gerçekliklerle açıklanabilecek olağan bir davranış olarak görmektedir.
Sık Rastlanan Savunma: “Dava Açmadıysa Şiddet Yoktur”
Uygulamada şiddetle suçlanan eşlerin sıklıkla dile getirdiği savunma şudur:
Eğer gerçekten şiddet olsaydı, karşı taraf çoktan boşanma davası açardı.
Bu savunma, hayatın olağan akışına aykırılık iddiasına dayanır. Ancak Yargıtay HGK’nın son içtihadı, bu savunmanın artık geçerli bir argüman olmadığını ortaya koymuştur. Zira hayatın olağan akışı kriteri gözetilmeden dava açmadıysa şiddet yoktur demek yersiz bir bir savunma şeklidir. Şiddet iddiasının karşı bu tür savunmalar etkisiz kalmaktadır. Zaten hukuk sisteminde yoruma dayalı savunma yapmak, aile mahkemesinden bu duruma inanmasını beklemek yanlış bir yoldur. Bu nedenle savunmalar esası itibarıyla vakıayı yok etmeye yönelik ciddi ve inandırıcı nitelikte olmazsa değer görmeyecektir.
Hayatın Olağan Akışı Kriteri ve Türkiye’nin Sosyal Gerçekleri
Boşanma davalarında Yargıtay’ın sıklıkla başvurduğu ölçütlerden biri “hayatın olağan akışıdır. Bu kriter, olayların toplumun genel tecrübelerine, sosyal gerçekliklere ve insan davranış biçimlerine uygun olup olmadığını sorgular. Ancak hayatın olağan akışını değerlendirirken, toplumun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşulları ve kültürel yapıyı göz ardı etmek mümkün değildir.
1. Ekonomik Bağımlılık
Türkiye’de özellikle kadınların önemli bir kısmı ekonomik açıdan eşlerine bağımlı bir yaşam sürdürmektedir. Kadınların işgücüne katılım oranı erkeklere kıyasla oldukça düşüktür. Birçok kadın, boşanma halinde kendi geçimini sağlayamayacağı kaygısıyla şiddete rağmen evliliğini sürdürmek zorunda kalmaktadır. Bu gerçeklik, dava açmamanın olağan akışla bağdaşabileceğini göstermektedir.
2. Çocukların Varlığı
Boşanma kararlarında en çok gözetilen unsur çocuklardır. Anne, şiddet yaşasa dahi çocuklarının babasız büyümesini istemeyebilir, ekonomik koşulların kötüleşeceği endişesiyle dava açmayı erteleyebilir. Çocuğun psikolojik sağlığı, okul hayatı ve sosyal çevresi düşünülerek evliliğin devam ettirilmesi, toplumumuzda sık rastlanan bir olgudur.
3. Aile ve Toplum Baskısı
Türk toplumsal yapısında aile ve akraba ilişkileri güçlüdür. Boşanma, özellikle kadın açısından hâlâ olumsuz bir etiket olarak algılanabilmektedir. Kadınlar, ailelerinin veya çevrelerinin baskısı altında kalabilir; “yuvanı yıkma”, “çocuklar için sabret” telkinleri ile davadan kaçınabilir. Bu kültürel baskı, şiddet karşısında bile evliliğin sürdürülmesini olağan hale getirir.
4. Sosyal Stigma ve İtibar Kaygısı
Kırsal bölgelerde veya geleneksel yapının güçlü olduğu yerlerde boşanmış kadın olmak, hâlâ toplumsal yargılara konu olabilmektedir. Kadınlar, toplum içinde saygınlık kaybı yaşamamak için dava açmayı geciktirebilir.
5. Hukuki Farkındalık Eksikliği
Birçok kadın, şiddet karşısında hangi hukuki yolları kullanabileceğini bilmemektedir. 6284 sayılı Kanun kapsamında koruma kararları, sığınma evleri, nafaka ve tazminat hakları konusunda yeterli bilgilendirilmeyen kadınlar, çaresizlik duygusuyla evliliğe devam etmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı (2023/2-130 E., 2024/147 K.)
Olayın Özeti
- Tarafların evliliği yaklaşık 10 yıl sürmüştür.
- Kadın, erkeğin sürekli fiziksel şiddetine uğradığını iddia etmiş, tanıklar bu durumu doğrulamıştır.
- Erkek ise kadına sadakatsizlik isnadında bulunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi
Erkeği ağır, kadını az kusurlu kabul ederek boşanmaya karar vermiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi
Kadının sadakatsizliğini esas alarak kadını ağır kusurlu kabul etmiş, erkeğin tazminat taleplerini kabul etmiştir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi
Erkeğin fiziksel şiddetinin süreklilik arz ettiğini belirlemiş, bu nedenle tarafların eşit kusurlu olduklarına hükmetmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Tartışması
HGK’da azınlık görüşüne göre:
- Eğer erkek gerçekten uzun yıllar boyunca kadına sürekli şiddet uygulamış olsaydı, kadının dava açmaması hayatın olağan akışına aykırı olurdu.
- Dolayısıyla kadının sadakatsizliği esas alınmalı, kadın ağır kusurlu sayılmalıydı.
Ancak çoğunluk görüşü:
- Kadının dava açmamış olması olağan akışa aykırı değildir.
- Türkiye’de kadınların şiddete rağmen evliliği sürdürmeleri toplumsal ve ekonomik gerçekliklerle açıklanabilir.
- Bu nedenle taraflar eşit kusurlu kabul edilmelidir.
Sonuçta direnme kararı bozulmuş ve Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin görüşü benimsenmiştir
Kararın Önemi
- Şiddetin İspatı: Kadının dava açmaması, şiddetin varlığını inkâr ettirmez. Tanık beyanlarıyla şiddet ispatlanabilir.
- Akraba Tanıkları: Anne ve babanın ifadeleri mahkemece göz ardı edilemez, aksine evliliğin mahremiyetine ilişkin önemli delillerdir.
- Kusur Tespiti: Fiziksel şiddet ile sadakatsizlik birlikte değerlendirildiğinde, taraflar eşit kusurlu kabul edilebilir.
- Savunmaların Çürümesi: “Dava açmadıysa şiddet yoktur” savunması artık geçerliliğini yitirmiştir.
Sonuç
Boşanma davalarında kusur tespiti, yalnızca tarafların iddialarıyla değil, olayların hayatın olağan akışı içinde değerlendirilmesiyle yapılır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ilgili tarihli kararı, kadınların şiddete rağmen dava açmamış olmalarının şiddeti yok saydırmayacağını net biçimde ortaya koymuştur.
Bu karar, uygulamada sıkça karşılaşılan savunmalara karşı güçlü bir dayanak teşkil etmekte; aynı zamanda aile içi şiddet mağdurlarının yargı önünde korunmasını sağlayan önemli bir içtihat niteliği taşımaktadır
Yine boşanma davalarında savunmanın önemi büyüktür; zira taraflardan birinin ileri sürdüğü iddiaların, karşı tarafça etkili biçimde çürütülmemesi halinde mahkeme kararını yalnızca mevcut delillere ve tek taraflı beyanlara dayanarak verebilir. Bu nedenle savunma, davanın seyrini değiştiren, kusur dağılımını etkileyen ve nafaka ile tazminat taleplerinde belirleyici olan en kritik unsurlardan biridir.

→ Ayrıntılı bilgi için şu makalemize göz atabilirsiniz:
Yorum Yaz